Bugünlerde karşıma çok sık çıkan bir durum bu, herkes mutsuz, yorgun, bıkkın. Ve aslında bu insanların çok haklı sebepleri var. Geçim sıkıntısı, her gün yorgun bir iş çıkışı akmayan o trafik keşmekeşi, kimi için işsizlik kimi için iş hayatının acımasızlığı, kiminin derdi gerçekten çok büyük, kiminin tek derdi sadece internetten aldığı o rujun renginin yanlış olması, kimi vitrinde gördüğü o pahalı çantayı alamadığı için dertli, kimi akşam evine ekmek götüremediği için, kimisi hayatın farkında bile değil, sabah kalkıp işe gidip, akşama kadar bir masanın başında işini yapıp, evine döndüğünde sadece uyumaya vakti var. Rutine binmiş ve sadece hayatta kalmak için geçirilen günü birlik hayatlar. Oysa bir sağlık sorunu ya da beklenmeyen genç bir ölüm karşısında ne kadar da anlamsız kalıyor değil mi tüm bunlar? O zaman herkesin ağzından “Sağlık her şeyin başı, aman sağlığımız yerinde olsun da…” sözleri dökülüyor. Gerçekten sağlık her şeyin başı. Tüm hastalıklar hepimizden uzak dursun.
Ancak sağlık sadece fiziksel sağlığımız değil elbette, akıl sağlığımız ve ruh sağlığımız da son derece önemli. Ruhumuz ve zihnimiz sağlıklı olduğunda bedenimize, cildimize, bakışlarımıza, hayata bakış açımıza yansıyor bu güzel durum. Böylesine acımasız bir dünyada, bu kaos içinde akıl ve ruh sağlığımızı korumak ise ayrı bir başarı ! Dünyaya gelmek için ipi göğüsleyerek birinci gelen o mücadeleci genimizin devam eden bir başarısı. Peki herkes mutsuzken mutlu olabilen bizden midir? Değildir. Peki bizler de mi mutsuz olup, soldan sağa, sağdan sola devrilelim. Elbette hayır. Aslında formül çok basit. Öncelikle hayata karşı duyarlı olmak, etrafımızdaki parlayan ve mutlu olan insanları görmek kadar, bakışları sönmüş ve mutsuz insanları görmek, buna dair çözüm aramakla başlamak gerekiyor.
Yolda yürürken kaldırımın kenarında açan güzel bir çiçeği görmek, restoranda yemek yerken gözünüzün içine bakan aç bir kediyi ya da köpeği görüp lokmanızı paylaşmak, size sevgisini sunan bir hayvana sevgi göstermek, parkta gezinirken başınızı göğe kaldırıp, size o hoş serinliği sağlayan ağaçların yüceliğini görmek, arada bir toprağa basmak, tabanlarınızla toprağın serinliğini, engebelerini algılamak, sizinle oyun oynamak isteyen bir çocuğu reddetmemek, onunla bir çocuk gibi oyun oynayabilmek, şehir trafiğinde, arabanın arka koltuğundaki sevimli bir bebeğe gülümsemek, hava kirliliğinin içinde uçup giden bir kelebeği fark etmek, ihtiyacı olanlara illa ki maddi değil, manevi olarak da yardım edebilmek. Aslında basit şeyler. Sadece farkında olmak, hayatın size sunduğu detayları kaçırmamak sanırım mutluluğun bir sırrı. Sevgi ve mutluluk sunan küçük şeyleri es geçmemek, her gün yaptığınız rutinleri kırmak, bakış açılarını değiştirmek, sorun odaklı değil, çözüm odaklı düşünmek bu işin sırrı.
Mutluluk, zincirleme bir durum. Siz mutlu olursanız başkaları da mutlu olur. Başka insanları mutlu ederseniz, bu mutluluk size de dönecektir. Düşünsenize eğer herkes, sadece kendini düşünen, tüm dünyayı kendi etrafında dönüyor zanneden insanlar olsaydı – ki bu tip insanlarla her gün, hayatın her anında ve alanında sıklıkla karşılaşıyoruz – dünya gerçekten yaşanılmaz hale gelirdi. Keşke herkes, başkalarını düşünerek hareket etse ve yaşasa, o zaman zaten bu zincirleme hareket sayesinde herkesin hayatı kolaylaşabilirdi. Bu duruma oyunculukta kullandığımız, odak-koordinasyon amaçlı yaptığımız bir ekip çalışması ile örnek vermek istiyorum. Herkesin elinde bir minik yastık, daire halinde yürürler. Ve herkes belli bir ritim içinde, aynı anda, yürürken yastığı arkasındaki arkadaşına atar ama yine aynı anda kendisine atılan yastığı da yakalamaya çalışır. İnsanların yastığı yakalama içgüdüsü bu çalışmada ağır basar. Herkesin tek derdi kendisine atılan yastığı yakalamaktır. Kimse arkasındaki ne yapıyor, yastığı nasıl yakalıyor düşünmez. Böylece sonuç bir kaos, yerlerde yastıklar, birbirine çarpan insanlar, daire bozulur, ritim kaçar, yürüme, koşmaya ya da durmaya dönüşür, bir süre sonra gerilen sinirler ve sinir bozukluğu ile kıkırdamalar, kahkahalar, haydi bir daha baştan. Bu durum asıl yapılması gereken şey keşfedilene kadar böyle devam eder. Bu süreç gerçekten de tam bir kaostur. Ne zaman ekip, aslında yapması gereken şeyin yastığı yakalamak değil, arkasındaki arkadaşının o yastığı rahatça yakalayabilmesini sağlayacak şekilde arkaya atmak olduğunu kavrar, işte o zaman, muhteşem bir uyum, bozulmayan bir ritim, harika bir odak, neşe ve başarı sağlanır. Herkes birbirinin hayatını kolaylaştırmak için çabaladığında zaten otomatik olarak hayat hepimiz için, sizin için, benim için bizler için kolaylaşmış olur. Bu nedenle, hepimiz, başkalarının alanına saygı duyar, bu hayatta hep beraber yaşadığımızı unutmazsak, inanın hayatı son derece kolaylaştırmış olur ve mutsuzluğumuzu bir nebze de olsa kırabiliriz.
Mutluluk, tüketmekle değil, üretmekle başlar. Fikir üretmek, iyilik üretmek, kendinizi yeniden var edecek yollar üretmek/bulmak…Bilgisayarın önünden kalkıp, telefonlara gömülmekten vazgeçip, gerçek hayatın güzelliklerini görmekle başlıyor mutluluk. Anları yakalayın, detayları yaşayın, farkında olun, farkındalık yaratın. ☺
Bir şarkı seçin kendinize. İçinizde bu şarkı hep çalsın, siz dans edin bu şarkı ile ve üretmeye başlayın! Mutlu günler dilerim hepimize.