20. yüzyıl başlarında Avrupa sanat çevreleri yoğun bir tartışma dönemi yaşıyordu. Atonel müziğin ve resimde soyutlamanın doğup gelişmesine imkan veren bu kaynama döneminden tüm diğer sanatlar gibi dans da etkilendi. O dönemde klasik balenin yaşadığı gerilemeye karşı oluşan bir tepki içinde, akademici geleneklerle tüm bağları bilinçli bir biçimde koparan bazı güçlü sanatçılar, Isadora Duncan’ın açtığı yolda yürümeyi tercih ettiler. Atlas Okyanusu’nun iki yakasında birbirinden bağımsız ama aynı zamanda iki akım doğdu.
François Delsarte’ın, Emile Jaques-Dalcroze’un ve Rudolf van Laban’ın kuramlarını temel alan birinci dansçı koreograf kuşağı, hareketi inceledi;dans, onları için yaşanmış duyguların, bir iç deneyimin anlatımı, dışavurumu olmalıydı.
Bu düşünceden hareketle yeni teknikler geliştirdiler. Nasyonal Sosyalizm Almanya’da dışavurumculuğun gelişimini durdurunca Laban İngiltere’ye sığınmak zorunda kaldı. Eğitimine Amerika Birleşik Devletleri’nde devam etti. Bu dönemde en büyük yardımı Wigman’ın öğrencisi olan Hanya Holm’den aldı. Böylece Holm Avrupalı ve Amerikalı sanatçılar arasında köprü kurmuş oldu. Savaştan sonra Wigman ve Jooss’un Batı Berlin’de çalışmaları devam etti ve 1970’li yıllardan başlayarak bir yenilenme sürecine girildi. Amerika Birleşik Devletleri’ndeyse Denishhawn Enstitüsü ‘’Modern Dans’’ın biçimlendiği bir pota oldu. Bununla birlikte Martha Graham, Doris Humphrey, Charles Weidman, Lester Horton ve Hanya Holm bugün hala yaşamakta olan dört büyük eğilimin temellerini attılar.
Klasik danstan başka bir yolun da olabileceğini kanıtlayan kimi dansçılar, ustalarının (Jose Limon, Bella Lewitsky, Joyce Trisler, Alwin Nikolais, Murray Louis) öğretisini sürdürür ve geliştirirken, bir kısmı da kendilerinden önceki kuşaktan kararlı bir biçimde uzaklaşıyordu. Kuramcılar ve koreograflar tarafından hareketlerin incelenmesi konusunda yapılan çalışmalar yeni tekniklerin yaratılmasına yol açtı. Hareket kuramları, dışavurumcu dansçılarla koreografların yapacakları çalışmalar ve gözlemler için birer hareket noktası oluşturdu. Hareketin kalbin dili ve düşüncenin görünür ifadesi olduğu, her güçlü isteğin vücudun yaptığı hareketlerle dışa vurulabileceği fikrini savunan filozof Delsarte , Amerikan ‘’Modern Dansı’’nın öncülerini derinden etkiledi.
Avrupa ülkelerinde besteci Jacques-Delcroze’un(ritmik metodun, hareketle müzik eğitimi yönteminin başlatıcısı) öğretisi ve daha çok da Laban’ın düşünceleri, akademik zorlamalardan kurtulan sanatçılar tarafından, hareketin anlatılmak ve aktarılmak istenen duygulara uygunluğunun zorunlu sayıldığı yeni bir bale dilinin yaratılmasına ön ayak oldu. Laban, koreografi anlayışına dansa özgü parametreler –mekan, zaman, enerji ve bunların bileşenleri ile bilişimleri kavramlarını yerleştirdi. Avrupalı sanatçılarda olduğu kadar Amerikalılar’da da hakim olan ilk fikir, önceden saptanmış estetik kanunlarının reddedilmesidir.
Dansı, insanın kendini anlaması ve geliştirmesi biçimi olarak kabul eden bu anlayış, gerçek ve içten olmak şartıyla bütün hareketleri dansın çerçevesine alır. Bu yüzden kurallara bağlı ve birleştirici bir teknik düşünülemez;her dansçı kendi koreografik düzenlemesini yapmak durumundadır.Bu bireysellik anlayışı içinde Wigman, Graham ve Humphrey ayrı ayrı teknikler yarattılar. Bu teknikler, nefes hakimiyetine, yükselme-eğilme, kasılma-gevşeme gibi karşıt fikirlerin icrasındaki özel yeteneğe dayanır.
Büyük ustalar anlatımlarını ve öğretilerini mükemmelliğe eriştirmek için çalıştılar. Kimi teknikler kendilerini kabul ettiriyorsa da(özellikle Amerika ve Avrupa’da Graham, Humphrey ve Limon’un teknikleri) bugünkü gelişim daha çok değişik deneyimlerin karıştırılıp yeniden biçimlendirilmesi yönündedir. Bununla birlikte koreograflar sese ve sahneye ilişkin akla hayale gelen bütün yardımcı öğeleri dansın hizmetine sunmaya çalışmışlardır. Kimi müzik alanında, kimi plastik sanatlar alanında yüksek eğitim görmüş daha sonra dans alanına geçmiş dışavurumcu koreograflar fazladır. Bu sanatçılar akademici dans tekniğinin tartışılmaya başladığı günlerde, sahne dansını ve bu dansın müzikle, kostümle, dekorla ilişkisini düşünmüş, sonunca kendilerince bir sonuca ulaşmışlardır.
Koreografi ile müzik arasında ilişkiler sorunu, birbirinden çok farklı yaklaşımlara konu olmuştur. Dansın müzik dinlemekten doğduğunu iddia eden bazı sanatçılar vardır. Ünlü sanatçı Isadora Duncan, çoğu senfonik, büyük eserlerin ruhunda yarattığı heyecanı dile getirmiştir. Duncan, dans için yazılmamış olan partisyonları sistematik olarak sahneye yerleştiren ilk dansçı olmuştur. Buna karşılık bir kısım koreograflar da dansı müziğin egemenliğinden kurtarmaya çalışarak, hareketi önceden var olan bir müziğin üzerine oturtmaya özen göstermişlerdir.
Günümüzde uygulamalar dansın ritmik yapısına göre bestelenmiş bir melodi desteğinin, dansın yanında sunulması yönündedir. Bu müzik çoğu zaman koreografla sıkı bir iş birliği içinde yaratılır. Isadora Duncan klasik bale kostümünü ve ayakkabısını reddeden ilk dansçı olmuştur. Hareketi engellemeyen tunikleri benimsemiş ve çıplak ayakla dans etmiştir. Kadınlar için uzun elbiseler, erkekler için pantolon ve çıplak bir üst giderek yaygınlaşmıştır. Bununla birlikte sanatçılar sahne üzerinde gereksiz olduğu düşünülen ve zorunlu olmayan her ayrıntıyı sahneden çıkarmayı düşünmüşlerdir. Dans sahnelemelerinde bu ve benzeri eğilimlerin çoğalması, dışavurumcu dansın süregelen canlılığını ispat edebilir.
Sempatik Dans / Aylık Dans Kültürü ve Beden Sanatları Dergisi – Sayı: 6