Birçok Kez Duyduğum Bir Cümle: “Ben Topluluk Önünde Konuşamam.” 

UZM. BAŞAK FINDIKÇIOĞLU / YARATICI DRAMA EĞİTMENİ - ÖĞRETMEN

Tuhaf değil tabi ki ama bu cümleyi en çok da öğretmenlerin kurması ilginç geliyor. Bu duyguyu ben de yaşadım, yaşıyorum. Acaba haftada 30 saat bir topluluk önünde bir şeyler anlatan insanlar olarak konuşma yapmaya ya da yetişkinlerden oluşan bir gruba hitaba gelince neden zorlanıyoruz? Çünkü yargılanmaktan korkuyoruz. Yetişkinler doğruyu yanlışı bilir(?); yanlış bir şey söylerseniz sizi eleştirir, yargılar; kabulde zorlanır, sorgular. 

Çocuklar sen ne verirsen yer(!) mi?

Çocuklar bilgi düzeyi, tecrübe olarak yetişkinlerden geride olabilirler. Ama inanılmaz gözlemciler. Sevgiyi hissederler. Hoşlanmazlarsa yargılamaz, iletişimi keserler. Ama büyükler bu gözlem ve sonraki iletişimsizlik sürecini çocuğun içe kapanıklığı olarak değerlendirirler. Çünkü biz büyükler istesek de istemesek de iletişime devam ederiz. 

Yetişkinlerin bilgi ve tecrübeleri onları aynı zamanda önyargıya sevk eder. Bu nedenle yeni bilgiyi kabul etmekte zorlanırlar. Özellikle de öğretmenler.

Yanlış bir diğer algı da çocuk için yapılacak herhangi bir şeyin yetişkin için yapılacak bir şeyden daha kolay hazırlanacağı algısıdır. Bu konuşma ya da başka bir şey olsun. İkisi için de aynı emek harcanmalıdır. 

yaratıcı drama çocuk

Hitabet geliştirilebilir bir şeydir ve ilk yolu pratiktir. Dinleyici, iyi bir konuşmacı için konuşma biçimini belirleyen faktördür. Hangi kelimeleri seçerse anlatımının güçlü olacağına, nasıl bir anlatım yöntemi kullanacağına dinleyiciye göre karar verir. Dinleyici çocuk olunca iki oyun oynatıp, “İşte böyleeeeeeee” diye kestirip atmak pedagojiyi hiçe saymaktır. Büyüklerin bizi eleştirmelerinden korkup konuşmadan kaçarken ya da en ince detayına kadar düşünülmüş bir konuşma hazırlarken; ders planını önemsememek ne kadar doğrudur?

Uzm. Başak Fındıkçıoğlu

ÖZGEÇMİŞ İÇİN TIKLAYINIZ. 

Mayıs 2018